HALKA AÇIK MEKTUBUMDUR

Hayatının 34 yıllık bölümünü ülke çocuklarının eğitim hizmetleriyle, kalan kısmını ise dünya çocuklarının geleceğine olumlu yönde katkı yapma çabası içinde geçiren emekli bir eğitimci ve “Partisiz Yönetin” adlı kitabın yazarıyım. Aşağıdaki satırlar ülkemiz ve insanlık için hayırlı olacağına inandığım “Partisiz Yönetim” adlı projeme ilginizi çekmek ve desteğinizi almak amacıyla yazılmıştır.

Değerli dostlar; gençlik yıllarımda, sadece tarım ve hayvancılık potansiyeli bugünkü  nüfusumuzu besleyecek düzeyde olan, bir yılda dört mevsimin yaşandığı, iki kıta arasında köprü görevi gören, üç tarafı denizlerle çevrili, sayısız göl ve akarsuya sahip, yerüstü yeraltı zenginlik kaynakları yanında turizm girdisi, işçi dövizi girdisi, kol gücü, beyin gücü ve en önemlisi genç bir nüfusu olan bu ülkenin gerçek sahibi olduğumuza ve ülkemizin demokrasi ile yönetildiğine inanıyordum. Dolayısıyla vatandaşlık görevlerimizi yerine getirmemiz halinde hiç bir sorun yaşamayacağımıza inanıyordum. Bu nedenle yasalarla belirlenmiş vatandaşlık görevlerimi yerine getirmekten başka bir şey düşünmüyordum. Oysa yanılıyordum; çünkü kendi kendine yetebilen ülkemde olmaması gerektiğine inandığım acımasız bir enflasyon yaşanıyordu. Zamlar, ekonomik krizler, yokluk kuyrukları ve karaborsa almış başını gidiyordu. İş ve trafik kazası, hastanelerde rehin kalan yoksul, maaş kuyruklarında ölen emekli, yardım paketi almak uğruna çamurlar içinde sürünen yaşlı, kadın ve çocuk manzaraları insanlık onurunu kıracak düzeyde yaşanıyordu. İnsanlar sağcı-solcu, komünist-faşist, Türk-Kürt, Alevi-Sünni, Laik-Anti laik şeklinde kamplara bölünüyor ve çatıştırılıyordu. İşkence yapanlar, faili meçhul cinayet işleyenler ve çeteler hukuku katlediyordu. Milyonlarca insan yoksul, mutsuz ve umutsuz hale gelirken, mutlu bir azınlık, servetini küresel boyuta taşıyordu. Kısacası hizmetçisi olduğum anlaşılan düzen, mutlu bir azınlık yaratmaktan başka bir işe yaramıyordu. Hiçbir Günahı olmayan çocukların geleceği ise daha karanlık görünüyordu; çünkü mevcut düzenin yarattığı ve dünya milli gelirinin bir kaç katına çıktığı bilinen küresel sermaye bloklarının, yeryüzündeki zenginlik kaynaklarına el koymadan yaşamlarını sürdürmeleri mümkün görünmüyordu. Bu da gelecekte küresel sermaye blokları ve onlara taraf olmak zorunda kalacak ülkeler arasında amansız savaşların çıkacağı, bu savaşlar sonunda sermayenin tekelleşeceği ve koca bir sermaye imparatorluğunun kurulacağı anlamına geliyordu. Küresel düzeyde meydana gelen olaylar ise bu imparatorluğun gerçekleşebileceğini, bunun gerçekleşmesi halinde; ülkelerimize birer şirket adı verebilecekleri, torunlarımıza şirket bayrakları altında şirket marşları okutabilecekleri ihtimalini destekler nitelikte yaşanıyordu. İşte bütün bunlar düzen ile ilgili düşüncelerimin hızla değişmesine neden oluyordu. Kısacası mevcut düzen, ona hizmet eden beni ortadan kaldırmak, onu değiştirmek isteyen beni yaratmak için elinden geleni yapmıştı.

Artık mevcut toplumsal yapı ve siyasal yönetim biçimlerinin değiştirilmesi gerektiğine inanıyordum; çünkü küresel düzeyde karşı karşıya kaldığımız sorunlar mevcut toplumsal yapı ve mevcut siyasal yönetim süreçlerinde yaşanıyordu. Bu da mevcut yapıların halkın sorunlarını çözmek için değil, sorun yaratmak için yaratıldığını ortaya koyuyordu. İşte bütün bunlar sorumlu bir vatandaş gibi davranıp, alternatif bir toplumsal yapılanma arayışı içine girmeme neden oldu. İşe partilerin varlığını sorgulamakla başladım; çünkü işçi köylü ve esnafın parti yandaşı olup bölünmesinde sakınca görmeyen partiler halkın lokomotif gücü olan kamu personelini parti yandaşı olup bölünür bahanesiyle yönetim sürecinden uzak tutuyordu. Merkezi ve dikey bir yapılanmayı benimsiyor; anlamına uygun yerel yönetimlerin kurulmasına engel oluyordu. Yapısı gereği sermayenin parası, teknolojisi ve medyasına yaslanıyor; bunun sonucu olarak, devlet örgütü kapısında ihale bekleyen sermayenin müteahhitlik firmaları haline geliyordu. Kadınların temsil edilmelerine, gençliğin ve ehliyetli temsilcilerin iş başına gelmesine olanak tanımıyordu. Yine yapısı gereği lider sultası yaratıyor; seçtirdiği vekillerin özgür iradelerini kullanmalarına imkan vermiyordu. Seçim barajları marifetiyle halkın önemli bir kesiminin temsil edilme hakkını gasp ediyor; milli iradeyi ortadan kaldırıyordu. Halkın özgür iradesi ile temsilcisini seçmesine olanak tanımıyor; bürokratları siyasi parti uzantısı haline getiriyordu. Halkın dili, dini, ırkı farklı kesimlerini çatıları altında ayrı, ayrı örgütlüyor; onları yarıştırıp, çatıştırmak suretiyle, birbirleri için tehdit unsuru haline getiriyor; farklı kesimlerin iletişim içine girmesini, birbirini tanımasını, güvenmesini engelliyordu. Dolayısıyla halk, doğal ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik beslenme, üreme ve can güvenliği gibi ortak amaçlar etrafında toplanıp, kaynaklarına sahip çıkabilecek güçlü ve tutarlı bir toplumsal örgütlenmeye sahip olamıyordu. Bu nedenle halkın ganimet malına dönüşen kaynakları kolayca sömürülüyordu. Kısacası partilerin olmadığı bir yönetim biçimine ihtiyaç olduğu apaçık ortadaydı. Dolayısıyla birimizin alternatif bir yönetim modeli sunması gerektiğine inanıyordum. Bu işin kolay olmayacağını biliyordum. Ancak kolay olmayacak diye bu işten vazgeçmemiz yeni nesillerin geleceğine ipotek konulmasına göz yummak anlamına geliyordu. Bu nedenle alternatif bir yönetim modeli sunma arzusundan asla vazgeçmedim.

Konuyla ilgili düşüncelerimi kitap haline getirme işini 2006 yılında bitirdim. O sıralarda İlköğretim Müfettişi olarak çalışmaktaydım. Ancak gerek ülkemiz düzeyinde, gerekse küresel düzeyde yaşanan sorunların sonuçlarından ciddi bir şekilde endişe duyan biri olarak bu projenin bir an önce gündeme taşınması ve tartışmaya açılması gerektiğine inanıyordum. Ayrıca zaman kaybını önlemek için basılacak kitapların tümünün tarafımdan alınması, ülkemin ve dünyanın konuyla ilgili isimlerine bizatihi tarafımdan gönderilmesi gerektiğine de inanıyordum. Ancak bir maaşla dokuz kişilik bir nüfusu geçindirmek zorunda olan bir memur olarak bunu başaracak imkanlara sahip değildim. Tek çarem emekliye ayrılıp masrafları 34 yıllık emeğimin karşılığı olan tazminatımdan ödemekti. Bunu tereddüt etmeden yaptım; çünkü yeni nesillerin geleceğinden sorumlu bir baba ve “Toplumların kaderini eğitimciler belirler” sözünün muhatabı bir eğitimci olarak bunu bir görev olarak görüyordum.

İlk etapta üç bin kitap bastırdım ve bunların tümünü aldım. Daha sonra kitap ulaştırmam gereken yurt içi ve yurt dışı hedef kitlemi belirledim. Yurt dışındaki hedef kitlem içinde devlet başkanları, başbakanlar, büyükelçiler ve yabancı basın ajansları vardı. Yurt içindeki hedef kitlem içinde ise Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan, bazı bakan ve milletvekilleri, yüksek yargının bütün üyeleri, Genel Kurmay Başkanı, kuvvet komutanları, önde gelen aydınlar, kanaat önderleri, üniversitelerin konuyla ilgili öğretim üyeleri, yazılı ve görsel basının önde gelen isimleri, birçok parti başkanı, sivil bürokrasinin bir kesimi, oda, baro, vakıf, dernek, sendika, holding, internet siteleri ve konuyla ilgili diğer kişi kurum ve kuruluşlar vardı.

Kitapları hiç vakit kaybetmeden planladığım şekilde yollamaya başladım. Çok geçmeden bir internet sitesinden röportaj teklifi aldım. Bu fırsatı kaçırmadım; çünkü ulaşmam gereken kitlenin büyük olduğunu, dolayısıyla kitap sayısının yeterli olmayacağını biliyordum. Eksiğimi bu röportajla kapatabileceğimi düşündüm. Kitabı özetler nitelikte uzun bir röportaj verdim. Röportaj verdikten sonra kitap ve röportaj gönderme işini birlikte yürüttüm. Üç yıl içinde yurt dışındaki hedef kitleme 300 adet kitap yolladım. Yurt içindeki hedef kitleme ise 500 adedi üniversitelerimizin konuyla ilgili öğretim üyelerine olmak üzere 2700 adet kitap yollamayı başardım. İnternet üzerinden röportaj ve konuyla ilgili yazılarımı yollamak suretiyle ulaştığım kişi, kurum ve kuruluş sayısının ise 150 bin civarında olduğunu tahmin ediyorum.

Değerli dostlar; kitabı bastırdığım günden bu yana geçen süre içinde; bazı ulusal ve yerel gazeteler ile bir dergide haber yapıldı. Söz konusu röportajım ve konuyla ilgili yazılarım birçok internet sitesinde, 2 yerel gazete ve bir dergide yayımlandı. Bu süre içinde gerek yüz yüze gerek mektup, telefon ve e-mail yoluyla, gerekse internet yoluyla birçok kesimden, özellikle de halk ve akademik kesimlerden yüzlerce umut verici tepki aldım. Ne yazık ki bunların hepsini şu anda sizlerle paylaşma imkanına sahip değilim. Ancak örnek vermeden de geçmek istemiyorum. Örneğin devletin üst kademelerinde görev yapmış bir parti lideri gönderdiği mektupta; “Bana çok çekici gelen değerlendirmeler gördüm” şeklinde ifadeler kullanmıştır. Ulusal gazetelerdin birinin köşe yazarı köşesinde; “Siyaset dünyasında tartışmaya değer konuları öne çıkarmıştır” şeklinde ifade kullanmıştır. Kıbrıs gazetelerinden birinin köşe yazarı; “Ben seni alkışlayanlardanım” şeklinde ifadeler bulunan mektup yollamıştır. Yüksek yargının değerli bir üyesi telefonla arayıp, dakikalarca beğenisini bildirmiştir. Üniversitelerimizden birinin rektör yardımcısı gönderdiği mektubunda; “Şahsen beynimdekileri yazıya dökmüşsünüz; umarım bunu başarabiliriz” şeklinde ifadeler kullanmıştır. Telefon açıp “bunu ileride değerlendireceğim” diyen aydın ve gazeteciler de oldu. “Bundan yararlanacağım”, “bunu öğrencilerimle paylaşacağım” diyen öğretim üyeleri, “bunu bütün hocalarıma okutacağım” diyen araştırma görevlileri, “bu fikirleri yaymak için gönüllüyüz” diyen gençlik grupları, “bu bir devrimdir” diyen yazarlar da oldu. Yabancı devlet başkanları ve başbakanlarından bu güne kadar aldığım mektup sayısı ise dokuzu buldu. Mektup gönderenlerden ilki Brezilya Cumhurbaşkanıdır. Teşekkür ve tebrik etmiştir. İspanya Kralı, İspanya Başbakanı, Fransa Cumhurbaşkanı, İngiltere Başbakanı ve KKTC Cumhurbaşkanı’nın gönderdiği mektuplar da tebrik ve teşekkür içeriklidir. Küba Devlet Başkanı Sayın Fidel CASTRO ise bir mektup ve arkasını imzaladığı bir Küba Bayrağı kartpostalı yollamış. Mektupta; kitabımın hükümet konseyi sekreterliğine gönderildiği bildirilmekte, “Biz sizi karşılama fırsatını umut ediyoruz” şeklinde iltifatlar bulunmaktadır. Polonya Cumhurbaşkanı teşekkür etmiş; kitabımın Cumhurbaşkanlığı Kütüphanesi’ne resmi kabulün yapıldığını bildirmiştir. Vatikan Devlet Başkanı Sayın Papa 16. Benediktus ise teşekkür mektubu yanında bir de imzalı fotoğrafını yollamış bulunmaktadır. İşin en acı yanı ise; asıl ilgiyi beklediğim devlet büyüklerimin hiçbir tepki vermemesi, tepki veren bir önceki meclis başkanı ile şimdiki kültür bakanının birer teşekkür ve tebrik mektubu göndermekle yetinmesidir. Oysa onlardan beklentim bir aferin almak değildi; ne yapmak istediğimi anlamaya çalışmalarıydı; maalesef beklentimi karşılayan olmadı.

Gelişmelerle ilgili olarak paylaşmak istediğim en önemli husus ise; projenin onca olumlu tepkiye rağmen, konuyu gündeme taşıma imkanlarına sahip “halk önderleri” tarafından gündeme taşınmamış ve tartışmaya açılmamış olmasıdır. Gerçi bu baştan beri tahmin ettiğim ihtimallerden biriydi; çünkü incelediğinizde sizlerin de göreceği gibi proje mevcut yapılardan beslenenlerin çıkarlarıyla ters düşmektedir. Kaldı ki mevcut toplumsal yapılarda halkın bir kesimini savunup, karşı kesime saldırmayan projelere itibar edilmediğini, adı sanı duyulmamış benim gibi sıradan vatandaşların önemli bir projeye imza atabileceğine inanılmadığını da bilenlerdenim. Zaten bu nedenledir ki birinci baskı kitapları dağıtmaya başladığım ilk andan itibaren ikinci baskıyı yapma ve halkla buluşturma arayışı içine girdim. Ama ne yazık ki bunu başarabilecek imkanlara sahip değildim. Bir sponsora ihtiyacım vardı. Ne yazık ki sponsor bulma çabalarımdan da bir sonuç alamadım; hem de ekonomik bir beklenti içinde olmadığımı beyan etmeme rağmen. Ancak bunların hiç biri konuyla ilgili inançlarımı yitirmeme neden olmamıştır; tam tersine bu yapıların değişmesi gerektiği ile ilgili inançlarımı ve azmimi bir kat daha arttırmıştır. Sizlere ulaşmak üzere kurulan bu site bunun en canlı kanıtıdır.

Değerli dostlar; partiler sanıldığı gibi demokrasilerin vazgeçilmez unsurları değildir. Tam tersine demokrasinin ruhuna aykırı örgütlerdir; çünkü demokrasi birleştirici, partiler ayrıştırıcıdır. Bir başka deyişle; partiler toplumsal mutabakatı sağlayan değil, toplumsal mutabakatı engelleyen unsurlardır. Bunun böyle olduğu hep birlikte tanık olduğumuz icraatlarıyla ortadadır. Kısacası partiler demokrasinin değil, çatıştırmacıların vazgeçilmez unsurlarıdır. Partilerin olduğu yerlerde çatışma kaçınılmazdır. Bu nedenle toplumsal mutabakat arayan toplumlar evvela partilerini gömmelidir diyorum. Site içinde bulunan ve neredeyse kitabımın özeti niteliğinde olan “Partisiz Yönetin” başlıklı röportajım dikkatlice incelendiğinde, partiler olmadan da kendi kendimizi yönetilebileceğimiz, hem de tam demokratik şekilde yönetilebileceğimiz daha iyi görülecektir.

Özetle: Sizlere partilerin olmadığı alternatif bir yönetim modeli sunmuş bulunmaktayım. Beğenmeniz halinde desteklemenizi, eksik bulmanız halinde tamamlamanızı, yanlış bulmanız halinde düzeltmenizi, beğenmemeniz halinde alternatifinizi sunmanızı bekliyorum; çünkü partili yönetim biçimleriyle bir yere varamayacağımız sonuçlarıyla kanıtlanmıştır.

Dünya halkının kaynaklarını sömürmeyi kazanılmış hak olarak gören hortumcuların cirit attığı dünya düzeninden kurtulmak umuduyla, söz konusu projeyi geliştirmek ve olgunlaştırmak veya daha değişik bir model geliştirmek üzere çalışmalarıma yorum yazmanızı, ya da konuyla ilgili özgün düşüncelerinizi içeren yazılarınızı forum alanında yayımlanmak üzere göndermenizi diler, saygılar sunarım. 16/10/2009

M.Salih EKİNCİ
partisiz16@gmail.com