Parti ve demokrasi

(Bağımsız Cumhuriyet Partisi sitesinden)

 

PARTİ VE DEMOKRASİ             

Siyasi partilerle demokrasi arasındaki ilişki, kapsamı ve şiddeti değişerek yüzeli yıllık bir mücadeleye dayanan ve birbirini dolaysız etkileyen bir çalışma sürecidir. İktidar gücünü elinde bulunduranlar, bu çatışmayı, önce devlet gücüne dayanan zor yöntemleriyle yürüttüler; ancak, daha sonra demokratik mücadelenin gelişmesine bağlı olarak, siyasi partilerin çalışmasına izin vermek zorunda kaldılar. Sürecin içinde, birbirini etkileyen çelişkili iki süreç vardı. Sosyal tepkiyi örgütleyerek yayılmaya çalışan karşıtçı partiler demokratik hakları geliştirirken; düzenin egemenleri, kabul etmek zorunda kaldıkları siyasi partileri, kendi haklarını savunan örgütler haline getirmenin yollarını aradılar. Yeni partiler kurduruldu ya da kurulu olanlar ele geçirildi. Bu tür partiler, iktidara gelirken yönetim gücü bu partiler aracılığı ile elde tutuldu. Sahip oldukları mali ve idari ayrıcalıklar onlara bu olanağı veriyordu. Toplumsal tepkiyi, ‘barışçı yöntemlerle’ ‘demokratik’ sınırlar içinde tutmak, olmazsa sınırları kaldırarak zor yöntemleriyle ezmek, Batı demokrasilerinin yüzeli yıldır değişmeyen özelliğidir. Batı’da önemli olan demokrasinin güçlenip yaşaması değil, sistem değişikliğine yol açmayacak bir ‘demokrasinin’ varlığını sürdürmesidir. Bu, egemen sınıf çıkarlarının hiçbir koşulda zarar görmemesi demektir. Batı demokrasilerinin gerçek sınırını, halkın değil egemenlerin çıkarlarının belirlemesi, yalnızca bugünün değil son ikiyüz yılın yalın bir gerçeğidir.

 

PARTİLER MÜCADELE ÜRÜNÜDÜR

ABD Dışişleri Bakanlarından Henry Kissinger, Şili’nin seçilmiş Başkanı Salvador Allende’nin bir darbeyle devrilip öldürüldüğü zaman şöyle demişti:  “ Bir ülkenin halkı komünizmi seçecek kadar sorumsuzluk gösterirse biz buna demokrasi adına seyircimi kalacağız” 1   Benzer görüşleri, aradan 30 yıl geçtikten sonra, Venezüella Başkanı Chavez’e karşı darbe örgütleyen bir başka ABD yetkilisi açıklamıştır. The New York Times haber yazarı Christopher Marquis’in, “Chavez seçilmiş bir devlet başkanı olduğuna göre meşruluğunun kabul edilmesi gerekmez mi?” sorusuna ABD Hükümet sözcüsü şu yanıtı vermiştir: “ Meşruiyet yalnızca seçmenin oy çokluğuyla gelen bir şey değildir.”2

 

Politik sistemi, egemen gücün yani şirket çıkarlarının belirler hale gelmesi, Batı’da demokratik hakların bulunmadığı anlamına gelmez. Batı demokrasileri, yoğun bir demokratik mücadele birikimini de kendi içinde taşımaktadır. Sanayi devriminin bir gereği olarak, Batı’daki düzen karşıtı partiler, konumları ve hedefleri nedeniyle daha gelişkin ve daha mücadeleci olmak zorundaydılar; bu nedenle, gereksinin duydukları demokratik ortamı, uzun süren sert mücadelelerle kendileri yarattılar. Mücadeleyle sağlanan ve demokratik haklar içeren politik düzen, sürekli olarak sermaye güçleri tarafından denetlendi ama içinde her zaman çatışma barındıran bu düzen, muhalefet partilerine varlıklarını sürdürebilecekleri bir ortam oluşturdu. Demokratik haklar içeren bu ortam bu tür partiler için önemliydi. Friedrich Engels, Alman Sosyal Demokrat Partisi Program Taslağına 1891 yılında yaptığı eleştiride; “ Mutlak olarak kesin olan bir şey varsa, o da, Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin ve işçi sınıfının egemen duruma, ancak demokratik cumhuriyet şekli altında gelebileceğidir” diyordu. 3     Günümüzdeki demokratik cumhuriyetler, Engels’in düşündüğü demokratik cumhuriyetten çok farklı bir konuma gelmiş olsa da, partiler açısından önemini bu gün de sürdürmektedir.

 

Toplumsal mücadeleler sonucunda, iktidarın partisiz rejimlerle sürdürülemez hale gelerek siyasi partilerin meşruiyet kazanması, politik mücadele ile sağlanan demokratik bir gelişmedir ama bu gelişme, siyasi parti ya da partilere meşruiyet veren her rejimin demokratik olduğu anlamına gelmemektedir. Yönetim gücünü elinde bulunduranlar, toplumsal mücadelenin yeni koşullarına uyum göstererek, siyasi partilerin varlığını kabullendiler ve hızla partileşerek bu örgütleri, iktidarlarını sürdürmenin yeni ve etkili araçları haline getirdiler. Partilerden oluşan siyasi alanı, üstelik belirleyici biçimde iktidarı elinde bulunduran güçler doldurdu. Tanınmış olan parti meşruiyeti, kendilerine ait olan ya da kesin biçimde denetlenen birkaç partiyle sınırlıydı ve kabul edilen politik sistem ne özgür ne de demokratikti.

 

Egemenlerin denetimi dışında örgütlenip güçlenen partiler, değişik yöntemlerle düzenin dışında tutuldu. Bu dönem, düzen karşıtı parti faaliyetlerinin; yasaklar, kısıtlamalar, hapis ve sürgünler dönemiydi. Her şeye karşın politik mücadele sürdü ve birçok ülkede partiler yasal haklar elde ettiler. Ancak bu kez, parti faaliyeti, mali güce dayalı bir eylem haline getirildi ve elde edilmiş olan demokratik kazanımlar kâğıt üzerinde kaldı. Parti kurma ve örgütlenme özgürlüğünden gerçek anlamda bu güce sahip olanlar yararlanıyordu. Herkesin parti kurma özgürlüğü vardı ama bu özgürlüğü yalnızca parası olanlar kullanıyordu.

 

ÇOK PARTİLİLİK DEMOKRASİ DEĞİLDİR

Egemen güç yararına işlese de partili bir rejimin, örneğin faşizmden daha az baskıcı olacağı bir gerçektir. Ama bundan partili düzenlerin tümünün demokratik olacağı anlamı çıkarılmamalıdır. ABD’de iki siyasi parti vardır ama düzeni belirleyen politik işleyiş, siyasi demokrasi değildir. Görevleri düzeni savunmak olan iki partinin sırayla yönetime gelmesidir.

 

Siyasi etkinliğin azınlık egemenliğine dayandığı toplumlarda, adı ve biçimi ne olursa olsun, düzenin niteliğini belirleyen temel öğe baskı ve denetimdir. Değişmemeyi savunan güç sahiplerinin, düzen üzerine kurmuş oldukları egemenlik, doğal ve kaçınılmaz olarak siyasi partileri de içine almakta ve bu egemenlik bir zamanların düzen karşıtı partilerini, düzeni savunan partiler haline getirmektedir. ( Avrupa sosyal- demokrat ve sosyalist partileri). Bunun gerçek nedeni, parti yöneticilerinin görüşlerini değiştirmeleri değil, kişi ve kadro olarak tümünün değiştirilmiş olmasıdır. Parti yönetimleri egemen sınıf tarafından ele geçirilmiş ve tümüyle denetim altına alınmıştır. Burada artık, halkın haklarını savunan partilerden söz etmek olanaklı değildir. Bu tür partiler ya kapatılmış ya da yaşayamaz hale getirilmiştir. Kitlelerin sorunlarına çözüm getirmenin aracı olan siyasi partiler, tersine işleyen bir süreç içine sokulmuştur. Bugün siyasi partilerin gerçek kullanıcıları, ona en çok gereksimin duyan halk kitleleri değil, varlığını halkın örgütsüzlüğü üzerine oturtmuş olan egemenlerdir.

 

GERÇEK BASKI EKONOMİKTİR

Bugün, devlet ve toplum üzerine o denli etkin bir denetim kurulmuş, halka öncülük edecek partiler o denli etkisiz kılınmış ve halk o denli yoksullaştırılmıştır ki, toplumsal tepkiye öncülük edebilecek siyasi bir hareket ortaya çıkamamaktadır. Kitleler üzerine kurulan dolaylı dolaysız baskı ve etkileme gücü öylesine yoğundur ki, insanlar kendi hak ve çabalarını göremeyen, görse de bir şey yapamayan kalabalıklar haline getirilmiştir.

 

İngiliz filozof ve mantıkçı Bertrand Russel Batı toplumlarında iktidarın insanlar üzerinde kurduğu baskı ve geçerli politik işleyiş konusunda şu saptamayı yapmaktadır: “ Siyasi iktidar, insanlar üzerinde doğrudan güç uygulayarak yani hapsedip öldürerek; kandırma ve belli bir yöne sevk etme aracı olarak ödül ya da ceza vererek yani iş vererek ya da işsiz bırakarak ve fikirlerini etkileyerek örneğin en geniş anlamı ile propaganda altına alarak baskı kurar.. Ordu ve polis beden üzerinde zorlayıcı güç uygular; ekonomik örgütler, esas olarak teşvik edici ya da vazgeçirici olarak ödüllerle cezalara başvurur; okullar, kiliseler ve siyasi partiler fikirleri etkilemeyi hedef tutar..” 4

  

Değişik baskı yöntemleri,  günümüzde iktidar sahiplerine içinde serbestçe hareket edebilecekleri geniş bir siyasi alan sunmaktadır; partileri denetim altında tutarlar, kendilerinden yana partileri bile atlayarak yönetime doğrudan karışabilirler. Bu eğilim, özellikle azgelişmiş ülkelerde daha belirgindir ve işbirlikçi partilerin bile güç yitirmesine yol açmıştır. Azgelişmiş ülkelerin büyük çoğunluğu artık seçim,’ kazanmış’ partilerce değil, görüntüsü öyle olsa da, küresel güç merkezlerinin isteklerini yerine getiren görevliler tarafından yönetilmektedir. İşbirlikçi konumundaki bu tür partiler, ülke kaynaklarını yabancıların kullanımına açmakla kalmazlar, ileride kendi varlıklarını da ortadan kaldıracak olan kuralsız ve devletsiz bir toplum biçiminin getirilmesinde kullanılan aracı örgütler haline gelirler.

 

HALKSIZ PARTİLER, PARTİSİZ DEMOKRASİLER

Halkın örgütlenmeye en çok gereksinim duyduğu günümüzde yaşanan parti bunalımı, aynı zamanda bir demokrasi bunalımıdır. Halk, politik karar süreçlerinden kesin bir biçimde uzaklaştırılmış, üstelik bu demokrasi adına yapılmıştır. Oysa demokratik haklar ve örgütlenme özgürlüğü uzun mücadeleler sonucunda siyasi demokrasinin koşulu olmuştu. Şimdi yalnızca örgütlenme özgürlüğü değil, siyasi demokrasinin tümü ortadan kaldırılıyor. Maurice Duverger, kitlelerin örgütlenme özgürlüğüne ve yöneticilerini seçme hakkına sahip olmasını, demokrasinin koşulu saymış ve 1950 yılında şunları söylemişti: “ Demokrasiyi gelişim süreci içinde, kendi bünyesinde sakladığı zehirlere karşı korumanın gerçek yolu; onu çağdaş yöntemlerden koparmadan, kitlelerin örgütlenmesine ve kendi yöneticilerini seçip yetiştirmesine olanak verecek bir sistem haline getirmekten geçecektir. Bu yapılmadığında, demokrasi boş bir biçim, gerçekdışı bir görüntü haline gelecektir.” 5

 

PARTİ SORUNU DEMOKRASİ SORUNUDUR

Demokrasi bugün, Duverger’in söylediği gibi, “ boş bir biçim ve gerçek dışı bir görüntü haline “ getirilmiştir. Siyasi partilerin oy aldığı kitleleri temsil eden, onların haklarını savunan bir örgüt haline gelebilmesini, demokratik bir siyasi düzenin yaratılmış olmasına bağlayan yaklaşım, kabul gören, yaygın bir görüştür. Var olan durumu yeteri kadar açıklamasa da bu görüşü yanlış saymamak gerekir. Geçmiş dönem baskılarından kurtarılarak bugüne taşınan örgütlenme hakları, halk için kâğıt üzerinde kalsa bile hiç olmamasından daha iyidir. Mali ve idari yetersizliklere karşın, izlenecek doğru politikalarla kitlelere ulaşılabilir ve gerçek parti gücünü oluşturacak halk desteği kazanılabilir. Bunu başarmak özveri ve inanca bağlı kararlı bir eylemi gerekli kılar. Örgütlenme önüne çıkarılmış olan görünür-görünmez engelleri aşmayı başararak halka ulaşan yönetim karşıtı partilerin, iktidara yaklaştıkları oranda baskı ve engellemelerle karşılaşacak olmaları, yöneticilerini mahkeme ve hapishane demokrasisinin beklemesi; siyasi partilerin gelişme ortamını, ne denli baskıcı ve göstermelik olsa da, demokratik işleyiş içinde bulacağı gerçeğini değiştirmez.

 

İktidar için mücadele, yönetenlerle yönetilenler arasındaki, güce dayanan bir denge sorunudur. Siyasi mücadelenin üzerine örtülen ‘demokratik’ örtünün türü ve kullanılan yöntemler ne olursa olsun mücadelenin sonucunu, her zaman ve her koşulda güç belirleyecek ve güçlü olan iktidarı ele geçirecektir. En kısıtlı örgütlenme hakkı bile, onu kullanmasını bilenler için, sonu iktidara ulaşacak bir mücadelenin başlangıcı olacak ve demokratik haklar örgütlü mücadele içinde gelişecektir. Çünkü toplumda gerçek güç halktır ve bu güç eğer örgütlenecek olursa kendini gösterecektir. Halkın örgütlenmesi sürecinde, parti mücadelesi demokratik hakları, demokratik haklar da parti mücadelesini güçlendirecektir. Prof.Dr. Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler adlı kitabında bu konuda şöyle söylemektedir. “ Amaç, halkın siyaset ve devlet yönetimi için gerekli kararların oluşmasına katılması ise; bu amaç, değişik kesim ve düşüncelerin serbestçe hareket ve birbirleriyle mücadele etmelerinin kabul edildiği bir toplumu gerekli kılar. Siyasi partinin gelişebileceği çevre demokratik ve aktif olmalıdır. Hürriyetle siyasetin bulunmadığı yerde, partinin yaşamasına imkan yoktur. Partilerin doğup yaşayabilmeleri için demokrasi iklimi gereklidir. “ 6

Kasım 2003