Anayasayı Zenginler Yapsın

 

Neden olmasın ?!…

Zenginler bu toplumun bir parçası, bu vatanın evlatları… Değil mi?

Onların da toplumsal sorunlar için pankartlarla alanlara inme, tazyikli sularla savrulma, birkaç cop yeme, biraz da biber gazı yutma, ekranlara çıkıp “sorunlar ve çözümler” adına düşüncelerini açıkça dile getirme hakları yok mu?  

Zenginlerin de dağlara çıkma veya tersi cephede yer alıp birkaç kardeşine kurşun sıkma ya da kardeşlerinden kurşun yemek suretiyle kahraman olma; son yolculuklarına on binlerin omuzlarında uğurlanma !…  

Parti çatıları altında örgütlenip;  dini, dili, ırkı farklı kesimlerle çatışma, çatışmalarını finanse etmek üzere ülkenin birkaç KİT, orman arazisi ve kıyısının satılmasına sebep olma hakları.… Yok mu?

Kendimize reva gördüğümüzü onlardan esirgemenin demokratik bir yanı var mı?

Özel şirketlerini üstün başarıyla yönetme becerisi göstermiş bu kesimi ülke yönetiminden uzak tutmanın mantıklı bir izahı var mı?

Yanlış anlaşılmasın lütfen; önerim zenginlerin isteyip de elde edemediği bir şey değildir. Bunu elde edecek her türlü imkana sahip olduklarını biliyoruz. Dolayısıyla “Anayasayı Zenginler Yapsın” şeklindeki öneriyi zenginlere bahşedilmek istenen bir lütuf gibi görmenin hiçbir anlamı yoktur. Zaten toplumsal geçmişimiz incelendiğinde bu önerinin geçmişte yaptıklarımızın bizi karşı karşıya bıraktığı bir mecburiyetin ifadesinden başka bir şey olmadığı daha iyi görülecektir.       

 Bilindiği gibi geçmişten günümüze toplumsal yaşantımızı biçimlendirme işi, formal anlamda partilere; informal olarak darbecilere ve medyaya bırakıldı. Kimi aydın, kanaat önderi ve sivil toplum kuruluşu ise, bu sürece bazen parti, bazen darbeci saflarında yer almak suretiyle katkıda bulundu.

Demokrasiyi mensubu bulunduğu kesimin haklarını savunmakla eşdeğer tutan benim köylüm, benim işçim, esnafım, memurum ise mensubu bulunduğu kesimin çıkarları adına farklı kesimlerle çatışmanın demokrasinin gereği olduğuna inandı. Bu nedenle halkın farklı kesimlerini ayrı, ayrı örgütleyen, onları yarıştırıp çatıştırmak suretiyle her kesimi diğer kesimler için tehdit unsuru haline getiren partilerin icraatlarına istenen desteği fazlasıyla verdi. Ayrıca 4–5 yılda bir sandık başına gitmek suretiyle bazen partilerin, bazen de darbecilerin iktidarlarını meşrulaştırma görevini başarıyla yerine getirdi.   

Özetle vatana hizmet adına ön saflarda yer almayan (zenginler !…) hiçbir “vatansever” kalmadı. Ama ne yazık ki yaptıkları bir avuç insanı zengin, geriye kalan milyonlarca insanı yoksul, mutsuz ve umutsuz hale getirmekten başka işe yaramadı.

Durup düşünmemiz gerekiyordu. Kendi kendine yeten ülke halkını “maraba” konumuna düşüren partilere dayalı siyasal sistemi değiştirecek bir arayış içine girmemiz gerekiyordu. Örneğin partilerin olmadığı bir yönetim biçimini tartışabilirdik. Yapmadık !… Zenginler gibi davranmak ya da zenginlerin bizim gibi davranmasını sağlamak !… Şimdikinden daha iyi sonuçlar verebilirdi. Onu da yapmadık. En azından vatanın zenginlik kaynaklarını sevmeyi deneyebilirdik. Bunu da düşünmedik!… Düşünmedik; çünkü vatanseverlik kavramı dışında tutup, yağmalanmasına sebep olduğumuz zenginlik kaynaklarımız umurumuzda değildi. Yaşantımıza anlam katan tek şey temsil ettiğimiz kesimler tarafından vatansever, şehit, gazi, kahraman gibi unvanlarla anılmaktı. Bu nedenle söz konusu unvanları kazandıracak çatışmalara son vermeyi düşünmedik.

Durmadık; düşünmedik; çünkü siyasal sistemin miras bıraktığı kültür çatışanları kutsuyordu. Bu nedenle sistemden beslenenlerin beklentilerini – yağ sürerek ekmeklerine – yerine getirmeye devam ettik. Nihayet toplumu “Bu mahkemeler bizden, şu mahkemeler onlardan” denilen çok tehlikeli noktaya kadar getirdik.

Gelinen nokta toplumsal yaşantımızı bu şekilde devam ettirmenin mümkün olmadığı anlamında ciddi bir uyarıdır; durup düşüneceğimiz son duraktır; çünkü “Bu mahkemeler bizden, şu mahkemeler onlardan” denilen bir noktadan ötesi yoktur.

Halimiz iflas bayrağı çekmiş beceriksiz tüccarlardan farklı değildir. Elimizde kalan tek sermaye zenginlerimiz !… Hani şu, değer verdiğimiz tek zenginlik kaynağımız… Bir yandan büyütmek için hiçbir fedakarlıktan kaçınmadığımız, diğer yandan sömüren kesim olarak gördüğümüz !… Hani şu sorun çözme süreçlerinde ne sorunlarla ilgili misyonlarını, ne de süreç içindeki tutum ve davranışlarını hesaba katmadığımız zenginlerimiz !…

Gerçek şu ki iflas bayrağı çekmiş bir toplumun siyasal sistemini değiştirmekten başka bir çaresi yoktur; çünkü aynı şartlardan farklı sonuçlar çıkmayacağı bilimsel bir gerçektir. Ancak ufukta böyle bir ışığın görülmediği de ayrı bir gerçektir. Belli ki çözüm mevcut sistem içinde aranacaktır. Ya “Eski tas eski hamam” da ısrar edip tek zenginlik kaynağımız olan zenginlerimizi de kendimizle birlikte batırıp ruhumuza fatiha okutacağız; ya da beceriksizliğimizi itiraf edip, işi zenginlere bırakacağız !…

Eğer intihar etme gibi bir amacımız yoksa atılacak mantıklı tek adım zenginleri vatana hizmet sürecine fiili olarak katmak; ön saflarda yer almalarını sağlamaktır. Gerçi ön saflarda yer alma konusunda isteksiz olduklarını biliyoruz; ama aynı zamanda üzerlerinde büyük haklarımız olduğunu da biliyoruz. Dolayısıyla bu zor zamanda ön saflarda yer almalarını istemek en doğal hakkımız diye düşünüyorum.     

Bu hakkımızı kullanabilmek için:

Evvela Maliye Bakanlığı’ndan ilk 550 zenginin isim listesini yayınlamasını rica edelim.

“Milletvekili” olmak için her imkana sahip olmalarına rağmen bu güne kadar iktidara gelmeyi düşünmemiş bu zenginlerimizden bağımsız milletvekili adayı olmalarını rica edelim. Kabul etmezlerse diz çöküp yalvaralım. Daha da nazlanırlarsa; kendilerine ülke tapusunu verelim. Resmi kurumlara şirket adlarını verebileceklerini, çocuklarımıza şirket bayrakları altında şirket marşları okutabileceklerini taahhüt edip, anayasa yapma işini ve ülke yönetimini onlara bırakalım diyorum.  

İnancım o ki sonuçları içinde bulunduğumuz durumdan kötü olmayacaktır.

Örneğin zenginlerin toplumsal yaşantımızla ilgili duygu, düşünce, tutum ve davranışlarını daha yakından görür, gördüklerimiz toplumsal yaşantımızla ilgili zihniyetimizi değiştirebilir…

Sistemin taşeronu olmaktan ve taşeronlarla uğraşmaktan kurtulabiliriz…

Toplumsal mutabakatı imkansız hale getiren siyasi partilerden kurtulur, birbirimizi tanıma fırsatı bulur ve aslında çatıştığımız farklı kesimlerle aynı kefede olduğumuzu görebiliriz…

En azından bir vatanımızın olmadığını bilir, “vatanseverlik” adına birbirimizi boğazlamaktan kurtuluruz.

01/12/2011  

M. Salih EKİNCİ

Yorum Yap!




Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.