Yönetim Sürecinde Medya

Bugün yaşanan demokrasiyi sağlıklı bir şekilde tahlil etmek ve anlamak istiyorsak; yasama, yürütme ve yargının yanında informal bir şekilde, dördüncü güç olarak yer almış medyanın misyonu ile ilgili algılarımızı ve bu algıların yarattığı sonuçları ortaya koymak gibi bir mecburiyetimiz vardır. Aksi takdirde yanılgılarımız, bedelini ödemek zorunda kalacağımız sonuçlara dönüşmeye devam edecektir. Bilindiği gibi medya, geçmişten beri kitle iletişim araçları olarak takdim edildi ve öyle algılandı. Bu öğreti ve algılar bizi, medyanın toplumsal örgütlenme sürecini hızlandıran bir araç olduğuna inandırdı. Bu inanç, bir yandan halkın kendi gündemini belirleyecek iletişim ortamı yaratmasını önlerken, diğer yandan denetimi dışındaki medyanın dördüncü güç olacak kadar büyümesinin yolunu açtı.

        Oysa medyanın radyo, televizyon, gazete ve dergi gibi araçlarıyla, kitleleri yönetmeye yönelik tek yönlü uyarıcı verme eylemi, iletişim kavramıyla örtüşen bir eylem değildir. Çünkü iletişim; bir telefon hattının iki ucundaki insanların karşılıklı haberleşmesi gibi iki yönlü bir süreçtir. Bu nedenle, medyanın tek yönlü uyarıcı verme eylemini, bir iletişim eylemi olarak kabul etmek doğru değildir. Doğru olanı, medya eyleminin anlamını ileti kavramı içinde aramaktır. Çünkü ileti; genelde bir yöneticinin yönetmeye yönelik direktiflerine yakıştırılan bir kavram olup, medyanın bir yönetici gibi tek taraflı uyarıcı verme özelliğiyle örtüşmektedir. Bu da medyanın bir iletişim aracı olmasından çok, bir yönetim aracı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu nedenle bu aracın, mevcut yönetim sürecinde kime, niçin ve nasıl hizmet ettiğini anlamak ve önlem almak zaruret haline gelmektedir. Aksi takdirde halk, temsil yetkisi verilmemiş unsurlar tarafından yönetilmeye devam edecektir. Kastettiğim unsurların başında ise, medya gücünü elinde bulunduran sermaye gelmektedir; çünkü medyanın ekonomik güç ile elde edilebilme özelliği, bu güce sahip olanların, halktan yetki almadan yönetim sürecinde yer almasını mümkün kılmaktadır.

        Bugün medyanın yasama, yürütme ve yargı gibi formal yönetim unsurları yanında informal bir şekilde yer alması, yukarıdaki tezimizin en önemli kanıtıdır. Medyanın söz konusu yerde bulunmasının nedeni ise; sahibinin ülke kaynaklarına hükmetme arzusundan başka bir şey değildir. Çünkü yönetim kademesindeki unsurların var oluş nedeni, ülkenin madde ve insan kaynaklarıdır. Medyanın bugün doğal olarak sermayenin elinde bulunuşu, sermayenin informal bir şekilde ülke kaynaklarına hükmetmek arzusunda olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.  Sermayenin bu arzusu, ulaşmış olduğu boyutun dayatmasının doğal sonucudur; çünkü  uluslar arası bir nitelik ve devasa bir boyut kazanmış sermayenin, artık yaşamını küçük kaynaklarla sürdürebilme imkanı kalmamıştır. Söz konusu sermayenin yaşamını sürdürebilmesi, büyük iş ve kaynak potansiyeline sahip alanlarda yer almasıyla mümkündür. Ülkeler ise, sermayenin aradığı potansiyele sahip, en önemli alanlardır. Bu alanlara girebilmenin yolu ise medya gücüne sahip olmaktır. Sermayenin bu gücü elinde bulundurmasının altında yatan gerçek neden budur. Bu nedenle medya, halk yararına gündem belirlemekten çok, sahibinin amaçları doğrultusunda gündem oluşturmak ve halkı bu yönde etkilemek zorundadır. Bu sektörde çalışanların iyi niyetleri ise bu gerçeği değiştirmek için yeterli değildir

        Medya ve sahibinin durumunu bu şekilde ortaya koyduktan sonra, onların yönetim sürecinde nasıl çalıştıklarını anlamak daha kolay olacaktır. Bugün yaşanan demokraside, halkın beyin takımını oluşturan temsilcileri belirleme hakkının partilerin elinde oluşu ve ülke kaynaklarının bu beyin takımının tasarrufunda bulunuşu, sermayenin partileri etkisi altına almasını zorunlu hale getirmektedir. Öte yandan, gücünü halktan almayan partilerin, bu boşluğu sermaye ve onun sahip olduğu teknolojik güçlerle doldurma ihtiyacı da, partilerin sermayeye yanaşmasını zorunlu hale getirmektedir. İki tarafın zorunlu ihtiyaçları, onları gönüllü bir ortaklık kurmak zorunda bırakmaktadır. Bu da sermayenin yönetim sürecinde yer almasını kolaylaştırmaktadır. Bu ortaklık gerçekleştiğinde, sermaye elindeki medyayı ortağı olan partinin hizmetine sunacak; ortağını göklere çıkaran yayınlarla halkı yönlendirip, ortağının iktidara gelmesini sağlayacaktır. Bunun farkında olan ortağı ise iktidara geldiğinde, ülke kaynaklarını söz konusu sermayenin hizmetine sunmak zorunda kalacaktır. Bu süreç ortakların çıkarları zedelenmediği müddetçe devam edip gidecektir. Çıkarlar çatıştığında, yollar ayrılacaktır; ancak genellikle kaybeden taraf iktidar partisi olacaktır. Çünkü o andan itibaren medya, bu partinin aleyhinde kullanılmak suretiyle partinin iktidardan uzaklaştırılması sağlanacaktır.

        Ancak sermayenin de yeni bir ortağa ihtiyacı olacaktır. Bu ihtiyaç mümkün ise muhalefet partilerinden biri ile değil ise dolaylı yoldan kuracağı yeni bir parti ile giderilecektir. Medyanın yeni ortak ile ilgili umut saçan yayınları halkta yeni heyecanlar yaratacak; ancak umutlar bir başka bahara kalmak üzere, bu süreç devam edip gidecektir. Çünkü mevcut süreç içinde önlem alması mümkün olmayan halkın, ortaklar karşısındaki direnci gün geçtikçe sıfırlanmakta, iki önemli gücü arkasına alan medyanın ise, yönetim sürecindeki etkisi daha da artmaktadır. (Şubat/2006 tarihli “Partisiz Yönetin” adlı kitabımdan alınmıştır)

M.Salih EKİNCİ
msalihekinci@ttmail.com

Yorum Yap!




Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.