ABD’de Siyasi Partiler Gereksiz mi?

        Amerikan siyasi sistemi ile ilgili güncel tartışmalardan biri siyasi partilerin artık sistemin önemli unsurları olmaktan çıkıp çıkmadığı üzerinde yoğunlaşıyor. Parlamenter sistemlerden oldukça farklı bir sisteme sahip olan ABD’de partilerin rollerinde zamanla önemli değişimler meydan gelmiş, bu da partilerin sistemdeki rolleri ile ilgili şüphelerin doğmasına yol açmıştır.

        Özellikle adayların seçimlerde ön plana çıkması ve adayların seçim kampanyalarında ihtiyaç duydukları finansal desteği sağlamada başka aktörlerin devreye girmesi bazı siyaset bilimcilerin partilere yönelik şüpheci bir tutum benimsemelerine yol açmıştır.

         Ancak belirtmek gerekir ki demokratik olduğunu iddia eden bir sistemin siyasi parti olmadan işlemesinin bilinen bir örneği yoktur. Dolayısıyla, önemli olsun ya da olmasın, siyasi partilerin demokratik bir siyasi sistemde önemli ve gerekli unsurlardan biri olduğuna şüphe yoktur. Gerçek demokratik sistemlerin parlamentolu bir yönetim sistemine ve serbest seçimlerde birbiri ile yarışan en azından iki partiye ihtiyaç duyduğu dikkate alındığında demokratik olma iddiasında bulunan bir ABD’nin siyasi partisi olmaksızın bu iddiasında inandırıcı olamayacağı açıktır. Hatta bazı Amerikalı siyaset bilimcilerine göre, fazla göze batmasa da aslında siyasi partilerin Amerikan siyasi sisteminde çok önemli işlevleri vardır. Buradan hareketle, siyasi parti olmaksızın Amerikan sisteminin bir gecede çökeceğini iddia edecek kadar siyasi partiye büyük önem atfeden düşünürler bile vardır. Dolayısıyla, “dünyanın en eski demokrasisini” partisiz düşünmek olanaksızdır.

        Bu çerçevede aslında tartışmanın daha çok siyasi partilerin sistemdeki öneminin derecesi ile ilgili olduğunu belirtmekte fayda var. “The Party’s Over” (Partinin Devri Bitti) ve “The Party’s Just Begun” (Parti asıl şimdi başladı) gibi marjinal ve radikal yaklaşımların birer abartı olduğu açıktır. Partinin sistem içindeki yeri ile ilgili tartışmada temelde üç yaklaşımın olduğu gözlenmektedir. Partinin rolünün zayıfladığını ileri sürenlere göre partilerin etkinliği aday gösterme sürecinde önemli ölçüde azalmıştır. Bu fikri savunanlara göre partinin bu süreçlerdeki rollerini artık siyasi eylem komiteleri (political action committees) üstlenmektedir. Partinin düşüşte olduğunu reddedenlere göre ise bu süreçte gözlenen aslında bir gerilemeden çok bir dönüşümdür. Bir başka ifade ile bu düşünceyi savunanlara göre siyasi partinin önemi azalmamakta ama rolleri ve yapısında önemli değişimler meydana gelmektedir. Bu da aslında değişen şartlara adapte olma kabiliyetinden başka bir şey değildir.

        1970’li yıllarda ABD’de uygulanan reformlar ile birlikte siyasi partilerin başkanlık seçim kampanyalarındaki önemi azalmıştır. Bu dönemde yürürlüğe konan yasalara göre adaylar kampanyaları için aldıkları parayı beyan etmek zorunda kalmışlardır. Dahası bu yasalar, vatandaşların ve toplulukların adaylara yapacakları bağış miktarında sınırlamalar getirmiştir. Bu da adayları kampanyalarını daha erken başlatmaya itmiş ve de siyasi partileri daha önemsiz hale getirmiştir. Yine aynı dönemde artık bağışlanan paralar partiye değil, başkan adayının siyasi örgütlerine gitmeye başlamıştır. Bu da adayları partiye daha az bağımlı hale getirmiştir. Bu durum siyasi eylem komitelerinin sayısında büyük bir artışı da beraberinde getirmiştir.

        1974 yılında sayısı 600 olan siyasi eylem komitelerinin sayısında patlama yaşanmış ve dört yıl içinde 1200 komite daha kurulmuştur. 1978 yılında komitelerin adaylara yaptıkları finansal katkı, partilerin yaptıkları katkının toplamından sekiz
kat daha fazla olmuştur. Her ne kadar bu durum parti teşkilatlarına yönelik bir tehdit gibi gözükse de yapılan ampirik çalışmalar partilerin özellikle temsilciler meclisi üyelerinin seçiminde önemli roller oynamaya devam ettiğini göstermektedir.

        Partilerin düşüşte olduğunu ileri sürenlerin dikkate aldığı bir başka önemli nokta da Amerikan siyasi sisteminde yer alan ve seçimlerde rekabet eden partilerin sayısıdır. Bu görüşü savunanlara göre iki parti Temsilciler Meclisi ile Senato’da tam temsili sağlayamayacağı için Amerikan siyasi sisteminin tam anlamı ile demokratik olduğunu söylemek mümkün değildir.

        Bununla birlikte pratikte iki parti arasında geçen seçim yarışının tek parti iktidarını mümkün kıldığı unutulmamalıdır. Bu da, kara verme sürecini kolaylaştırdığı ve basitleştirdiği için görece istikrarı da beraberinde getirmektedir.

        Partileri demokratik bir sistem için vazgeçilmez yapan bir başka nokta da yönetimleri hesap verebilir hale getirme gereğidir. Demokrasi, seçilmiş liderlerin seçmenlere karşı hesap verebilmelerini gerektirmektedir. Ancak hükümet politikası, yönetimin birçok kademesinde yer alan çok sayıdaki bireyin toplam eylemleri ile belirlenir. Böyle bir ortamda hiçbir şahıs tek başına Temsilciler Meclisinin, başkanı ya da senatonun eylemleri ile ilgili olarak sorumlu tutulamaz. Kolektif bir varlık olarak siyasi parti, kolektif olarak mensuplarının yaptıklarından ötürü hesap verebilmenin en uygun yoludur. Bu çerçeveden bakıldığında da siyasi partilerin demokratik bir yönetim için vazgeçilmez oldukları açıktır.

        Teorik açıdan bakıldığında da siyasi partilerin bir siyasi sistem için vazgeçilmez olduğu ortaya çıkmaktadır. Bir siyasetçinin seçilme motivasyonunu açıklayan hırs teorisi (ambition theory) siyasi partinin varlığını zorunlu kılmaktadır. Amaçlarına ulaşmak için siyasetçilerin siyasi partiye ihtiyaçları vardır.

        Amerikan siyasi sisteminde görece olarak siyasi partilerin rolü zayıflıyor ise de bu onların tamamen yok oldukları anlamına gelmemektedir. Burada daha çok Amerikan sistemindeki siyasi parti olgusunun değişime uğradığını söylemek daha yerinde olacaktır. Önceki dönemlerde siyasi partiler daha önde iken artık günümüz Amerikan seçimlerinde adaylar ön plana çıkmaktadır. Diğer bir ifade ile seçmenler oylarını kullanırken daha ziyade adayların niteliklerini dikkate almaktadır. Ancak hiçbir aday da parti bağlantısı olmadan seçimlere girmeyi düşünmemektedir.

kaynak:www.bilgesam.org