Sarı Demokrasiler Sarı Demokratlar

Demokrasi! Hani şu dillerden düşmeyen şarkı; hani şu ömrümüzü aramakla geçirdiğimiz gizemli sevgili.

Eskiden onu yalnızca mağdurlar ister, sözcülüğünü solcular yapardı. Demokrat kimliğine onlardan başka sahip çıkan olmazdı. O zamanlar demokrasinin yeşermemesi demokrat sayısının azlığına bağlanır, çoğunluk sağlandığında gerçekleşeceğine inanılırdı. Oysa bugün yalnız solcular değil, ulusalcı, muhafazakar, ülkücü, dinci, dinsiz, zengin, fakir kim varsa demokrat olduğunu beyan ediyor; beyanlar demokrasinin yeşerebileceği bir iklim havası veriyor; ama demokrasi denen sevgili yine boy göstermiyor!

Sizce de ilginç değil mi?

Demokrat sayısı artıyor; sayısal çoğunluk sağlanıyor; ama demokrasi denen sevgili yine boy göstermiyor.

Belli ki demokrasi ile kimi demokratlar arasında bir kan uyuşmazlığı var…

Belli ki demokrasinin oyun kuralları ile birilerinin amaçları örtüşmüyor.

Hal böyleyken bu kan uyuşmazlığının nedenlerini ortaya koymak üzere harcanacak zamanın demokrasiye kavuşma adına bir anlamı olur mu bilmiyorum; ama kimi demokratların kime hizmet ettiğini anlamak açısından yararlı olacağı kesin.

Ancak her şeyden önce demokrasinin ne olup ne olmadığı net bir şekilde ortaya konmalıdır. Çünkü piyasaya “Çoğulcu, Çoğunlukçu, Sosyal, Halkçı, Liberal, Koruyucu, Radikal, İleri, Militan, Siber, Yeni, Atina, Parlamenter, Plüralist, Endüstriyel, Kalkınmacı, Temsili, Marksist, Plebisitçi, Doğrudan, Yarı doğrudan, Oydaşmacı, Düşük yoğunluklu, Delegasyoncu, Uzlaşmacı, Müzakereci, Westminster modeli” ve benzeri onlarca demokrasi türü sürülmüş ve bunların her biri farklı algılara, farklı tutum ve davranışlara neden olmuştur.

Farklı algılara neden olan bu demokrasiler bu alanda neler olup bittiğini görmek açısından anlamlıdır. Ancak yapılacak değerlendirmelerde ölçü olarak kabul edilmeleri mümkün değildir; çünkü demokrasi tüm insanlığa hitap eden küresel bir kavramdır. Küresel olduğu için de belirli bir standardı vardır. Dolayısıyla demokrasi sözcüğünün önüne çeşitli sıfatlar getirmek suretiyle onu özelleştirmek, yerelleştirmek veya birilerinin hizmet aracı haline getirmek mümkün değildir. Bu da yapılacak değerlendirmelerde kullanılabilecek tek ölçünün eksiz demokrasi kavramı olduğu anlamına gelmektedir.

Ancak bu kavramın tanımı konusunda da sıkıntılar yaşanmış ve yaşanmaktadır; çünkü incelendiğinde iki farklı şekilde tanımlandığı görülmektedir.

Tanımların birinde “Demokrasi: Siyasal denetimin doğrudan doğruya halkın, ya da düzenli aralıklarla seçtiği temsilcilerin elinde bulunduğu, toplumsal ve ekonomik durumları ne olursa olsun tüm yurttaşların eşit sayıldığı bir toplumsal örgütlenme biçimi” olarak,

Bir diğerinde ise “Grekçede halk anlamına gelen “demos” ve iktidar anlamına gelen “kratos” kelimelerinin birleşmesi ile oluşmuş bir terim” şeklinde ifade edilmiş, terimin karşılığı ise “halk iktidarı, halkın yönetimi anlamına gelen bir siyasal yönetim biçimi” olarak belirtilmiştir.

Ancak algıları içinden çıkılmaz hale getiren tek oyun demokrasi kavramının iki farklı şekilde tanımlanmış olması değildir. İşin bir de sözüm ona yürürlükte olan demokrasi tarafı vardır. Bu tarafa bakıldığında toplumu karşıt cephelere bölen, halk iktidarını 4 veya 5 yılda bir verilen oy ile ifade eden, siyasi partileri toplumun meşru yöneticileri sayan bir süreç işletildiği görülmektedir.

Tek karşılığı olan bir kavramın iki şekilde tanımlanmış olması, diğer yandan ne olduğu belli olmayan bir sürece demokrasi denmesi hiç kuşku yok ki aşılması gereken bir sorundur. Ancak bu sorunu aşmak için her bir tanımı ve yaşanan süreci ayrı, ayrı değerlendirmek gibi uzun ve karmaşık bir yola girmeye gerek yoktur. Doğru olanı ortaya koymak üzere örgüt ve yönetim ile ilgili bilgileri gözden geçirmek yeterlidir.

Bilindiği gibi “Örgüt: Belirli ortak amaçları gerçekleştirmek üzere bir araya gelen insanların eylem sürecidir”

Yönetim ise “Örgütün iş ve işlemlerini planlı bir şekilde yürütme ihtiyacından doğan bir süreçtir” Diğer bir ifadeyle yönetim, örgütlenme sürecinin bir sonucudur.

Örgüt ve yönetim ilişkisini ortaya koyan bu tanımlara göre madde ve insan kaynakları yönetimini elinde bulunduran partiler öncülüğündeki siyasal yönetim süreci meşru değildir; çünkü ortalıkta bu süreci meşru kılacak bir toplumsal örgütlenme yoktur. Dolayısıyla 4-5 yılda bir verilen oyların meşru olmayan süreci meşru göstermek isteyenlerin politikalarına hizmet etmekten başka bir anlamı yoktur. Bu da mevcut yapı içinde verilen oyların halk iktidarı anlamına gelmediği, tam tersine halkı meşru olmayana hizmet eden figüranlar konumuna getirdiği anlamına gelmektedir…

Kısacası örgüt ve yönetim ilişkisini ortaya koyan tanımlara göre halkın oy vermek suretiyle gerçek bir halk iktidarı ve denetim altında tutabileceği meşru bir siyasal yönetim sürecine sahip olması mümkün değildir; mümkün olması için toplumsal örgütlenme içine girmesi gerekmektedir.

Kaldı ki dünyanın neresinde yaşıyorsa yaşasın; dini, dili, ırkı, cinsiyeti ne olursa olsun; her insanın beslenme, üreme ve yaşama gibi doğal ihtiyaçları bulunduğu, bu ihtiyaçlarını karşılamak üzere ülkesinde bulunan madde ve insan kaynaklarını verimli şekilde kullanmak, geliştirmek ve bu kaynaklarda gözü olanlara karşı korumak zorunda olduğu, ancak hiç bir insanın bu amaçları tek başına gerçekleştirecek güce sahip olmadığı, dolayısıyla her bir insanın söz konusu amaçlarını gerçekleştirmek üzere diğer insanlarla toplumsal bir örgütlenme içine girmek zorunda olduğu da bilinen bir gerçektir.

Kısacası gerçekler demokrasinin birinci tanımda yer alan toplumsal bir örgütlenme biçimi olduğu, bu örgütlenmeyi gerçekleştirmek için gerekli ortak amaçların bulunduğu sonucuna götürmektedir.

Ancak ortak amaçlara sahip olmanın arzu edilen örgütlenmeyi gerçekleştirmek için yeterli olduğunu söylemek ne yazık ki günümüzde mümkün değildir; çünkü kurulu düzenden, daha doğrusu kurulu düzensizlikten beslenenlerin düzenlerini korumak üzere insanların amaç birliğini ortadan kaldıran politikalar uygulaması söz konusudur.

Bugün doğal ihtiyaçlarını karşılamak gibi çok gerçekçi ortak amaçları bulunan yurttaşların demokrasi adlı çatı altında örgütlenmesi gerekirken karşı cephelerde yer alıyor olması, söz konusu politikaların uygulandığını görmemiz için yeterli bir örnektir. Bu politikaların nasıl uygulandığını izah etmek üzere seçilebilecek en ideal örnek ise emekçiler ile patronlar arasında yaşananlardır.

Bilindiği gibi siyasal sistemin muktedirleri emekçi haklarını garanti altına alma yerine onları hiç şaşırmadığımız bir şekilde patronların insafına bırakmıştır. Bu da emeğinin karşılığını almak, özlük haklarını geliştirmek ve bu haklarını patrona karşı korumak gibi amaçları olan, ancak bu amaçlarını tek başına gerçekleştirme gücüne sahip olmayan her bir emekçiyi sendika dediğimiz çatılar altında örgütlenmek zorunda bırakmıştır…

Ama ne yazık ki bu sendikalar ortak amaçlara sahip emekçilerin tümünü aynı çatı altında toplamaya muvaffak olamamıştır. Çünkü patronlar sömürü düzenlerine ters düşen sendika gücünü kırmak üzere emekçilerin bir kısmına çeşitli imtiyazlar tanımış, imtiyaz tanımak suretiyle yanına çekebildiği emekçileri sarı sendika denilen çatılar altında toplamıştır. Patronların bu politikaları emekçilerin amaç birliğini ortadan kaldırmakla kalmamış, sendikacı ve sarı sendikacı olmak üzere ikiye bölünmelerine ve karşı cephelerde yer almalarına da neden olmuştur.

Özetle ne emekçilerin ne de yurttaşların karşıt cephelere bölünmüş hali bir tesadüf değildir. Emekçinin güç birliğine müdahale etme ihtiyacı hisseden zihniyet yurttaşların güç birliği anlamına gelen demokrasi gibi muazzam bir gücün bırakın gerçekleşmesine, gerçekleşme ihtimaline bile tahammül edememiş, yurttaşların amaç birliğini ortadan kaldırmak için elinden geleni yapmıştır.

Gerçek şu ki mağdur yurttaşların demokrasi ihtiyacı devam ettiği gibi mevcut düzensizlikten beslenen kesimlerin olası bir toplumsal örgütlenmenin önünü kesme ihtiyacı da devam etmektedir. Çünkü yurttaşların doğal ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik ortak amaçlarını gerçekleştirmek üzere demokrasi denen çatı altında toplanması gerçekleştiğinde; yurttaşlar gönüllü bir dayanışma içine girecek; bu dayanışma ortaya güçlü bir toplum çıkaracaktır. Güçlü toplum güç kaynağı halk olan, dolayısıyla yalnızca halka hesap vermek ve yalnızca halka hizmet etmek zorunda olan bir siyasal yönetim sürecinin ortaya çıkmasını sağlayacaktır.

Öznesi halk olan bir siyasal yönetim sürecinin ortaya çıkması gerçekleştiğinde;

Gücünü böl ve yönet politikasının arkasındaki sömürgeci güçlerden alan, dolayısıyla onların amaçlarına uygun şekilde halkı din, dil, ırk gibi amaçlar etrafında ve dernek, vakıf, sendika, siyasi parti, cemaat, tarikat gibi çatılar altında ayrı, ayrı örgütlenmeye teşvik eden, bu uygulamalarıyla yurttaşların aynı çatı altında toplanıp, zenginlik kaynaklarına sahip çıkabilecek güce erişmesini engelleyen, halkın korumasız kalan zenginlik kaynaklarını tekeline alıp, sırtını dayadığı güçlerin insafına bırakan partilere dayalı siyasal yönetim süreci çökecektir. Bu da sömürgecilerin imtiyazlarını kaybetmeleri, sömürdükleri kesimlerle eşit konuma gelmeleri anlamına gelmektedir. İşte bu ihtimal onları, halkın amaç birliğini ortadan kaldıracak politikalar uygulama, yurttaşların demokrasi ile ilgili algı birliği içine girmesini önlemek üzere piyasaya sarı demokrasiler ve sarı demokratlar sürme ihtiyacı içine sokmaktadır…

Bugün siyasi iktidarların dine, dile, ırka, mezhebe dayalı sayısal çoğunluğa sahip kesimlere ayrıcalıklar tanıyan, birilerinin ülke kaynaklarını sömürmeyi kazanılmış hak haline getirmesine zemin hazırlayan, imtiyazlı hale getirdiği kesimlerin demokrasi isteyen kesimlerden ayrılmasını sağlayan politikalar uyguluyor olması, bu uygulamaların sömürgeci güçlerin ihtiyaç ve amaçlarıyla bire bir örtüşüyor olması, söz konusu tespitlerin kanıtlarından başka bir şey değildir.

İşte demokrasi arenasında karşı karşıya bulunduğumuz manzara bu. Bir yanda doğal ihtiyaçlarını ahlak ve hukuk dışı yollardan karşılamayı tercih etmediği için demokrasiyi Allah’ın emriyle isteyen mazlum, mağdur ve alın terinden başka varlığını hissettirecek bir şeyi olmayan kesimler, diğer yanda bu talebin önünü kesebilecek her türlü silaha, paraya, yazılı ve görsel basına, teknolojiye ve demokrasinin önünü kesmek üzere bünyesinde barındırdığı sarı demokratlara sahip zalim babalar.

Demokrasiye kavuşmanın kolay olmadığı ortada. Ancak demokrasi denen sevgilinin gerek bireylerin, gerekse toplumun geleceğini garanti altına alma açısından vazgeçilmeyecek derecede alımlı olduğu da bir gerçek. Belli ki mağdur kesimlerin demokrasi talepleri bitmeyecektir. Hiç kuşku yok ki toplumun geleceğini garanti altına almayı dert edinmiş aydınların demokrasi talepleri de devam edecektir. Ama ne yazık ki zalim babaların cevabı her seferinde olumsuz olacaktır. Cevaplar bazen demokrasi kurşunlarıyla bazen de sinsi oyunlarla verilecektir. Bu cevapların şeklini taleplerin türü, rengi ve tonu belirleyecektir…

Günümüzde talepler pankart  taşımaktan öteye gitmediği için cevaplar cop atmak, tazyikli su ve biber gazı sıkmak, birkaç kişiyi zindana atmak, halkın kafasını karıştırmak üzere piyasaya genetiği değiştirilmiş birkaç sarı demokrasi ve demokrasiye fakat, ancak, ama ile başlayan şerhler koymadan, kırmızı tonlu çizgiler çizmeden yanaşmayan birkaç sarı demokrat sürmek şeklinde verilmektedir.

Çözüm:

Standardı değiştirilmiş sarı demokrasilere ve görevi demokrasiyi sömürgecilerin amaçlarına uygun şekilde yorumlamak olan sarı demokratlara itibar etmek değildir…

Böl ve yönet politikasına hizmet eden güçlerin propaganda araçlarına maddi katkı yapmak, konvoylarını coşkuyla karşılamak, nutuklarını alkışlarla desteklemek de değildir…

Etnik farklılıklara yönelik amaçları gerçekleştirmek üzere dernek, vakıf, sendika, siyasi parti, cemaat ve benzeri çatılar altında ayrı, ayrı örgütlenmek suretiyle böl ve yönet politikasının arkasındaki güçlerin ekmeğine yağ sürmek hiç değildir.

Çözüm:

Zayıf kesimleri sömürmek suretiyle elde edilen imtiyazların keyfini sürmenin uzun vadede toplumu uçuruma atmak, çocuklarımızın geleceğini karanlığa gömmek anlamına geldiğini görmek;

Farklılıkları kenara bırakıp, bizi gerçekçi bir şekilde bir arada tutacak doğal ihtiyaçlarımızı karşılamaya yönelik ortak amaçlar etrafında toplanmak üzere aşağıdaki toplumsal mutabakat metnini imzalamaktır.

Toplumsal Mutabakat Metni

Madde 1-Toplumsal örgütlenme (demokrasi) yurttaşların beslenme, üreme ve yaşama gibi doğal ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla gerçekleştirilmiştir.

Madde 2-Ülkenin madde ve insan kaynakları yurttaşların doğal ihtiyaçlarını karşılamak üzere kullanılacak, geliştirilecek ve korunacaktır.

Madde 3-Her yurttaş ülkenin madde ve insan kaynaklarını kullanma, geliştirme ve koruma işinde eşit oranda görev yetki ve sorumluluk alacak; eşit oranda katkı yapacaktır.

Madde 4-Her yurttaş dini, dili, ırkı, mezhebi, cinsiyeti ile ilgili amaçlarını kendi imkanları ile karşılamak ve bir başkasının benzer amaçlarına zarar vermemek şartıyla özgürce gerçekleştirme hakkına sahiptir.

Madde 5-Toplumun sevk ve idaresi yasalarla düzenlenecektir; ancak hiçbir yasa ilk dört madde hükmüne ters düşecek şekilde düzenlenemez.

Toplum bu veya benzeri bir mutabakat metnini imzalamalıdır. Aksi takdirde doğa kanunları sömüren ile sömürüleni birlikte tarih arşivine gömecektir. 09/12/2012 Salih EKİNCİ (www.partisizyonetim.com)

 

 

Yorum Yap!




Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.