Ergenekon’un (1) Numarası

Yazının Başlığından da anlaşılacağı gibi amacım, Ergenekon davasının hararetle aranan (1) numarasını açıklamaktır. Ancak bunu açıklamadan önce toplumun sorumlu önderlerine bazı sorular sormak istiyorum; çünkü bu soruların gerçek (1) numarayı sağlıklı bir şekilde tespit ettiğimi kanıtlamak için gerekli olduğuna inanıyor ve soruyorum:

Sayın siyasetçiler, saygın bürokratlar; şu kısacık ömrümüzde ne çok sorun yaşadığımızın farkında mısınız? Daha kötüsü, sorunların hiç birini çözemediğinizin farkında mısınız? Merak ediyorum; neden çözemediğiniz her sorunun başına “dış güçlerin parmağı var” sözcüklerini koyup, topu taca atıyorsunuz? Yoksa sizin yönetim anlayışınızda “dış kaynaklı” sorunları çözme gibi bir tanım yok mudur? Dış kaynaklı sorunlarımızı dış güçlerin çözmesi mi gerekir? Yok, eğer bu sorunları çözmek bizim görevimizdir diyorsanız; ömür boyu korku filmi gibi izlediğimiz sağ sol çatışmaları neden üniversiteli gençlerimizin alın yazısı gibi duruyor? Neden hala “Kürt sorununu”, “Alevi sorununu”, Laiklik, çarşaf, türban, Kıbrıs ve “Ermeni sorunu” yanında, “Ergenekon davası” gibi toplumsal sorunlarla boğuşuyoruz? Neden hala irtica ve bölünme gibi çok ciddi korkularla yaşıyoruz? Neden toplumun farklı her bir kesimi diğer kesimleri tehdit unsuru olarak algılıyor? Herkese yetebilecek kadar madde ve insan kaynağına sahip ülkemizde, neden küçük bir azınlık servetini küresel boyuta taşırken, milyonlarca insan işsiz, güçsüz, yoksul, mutsuz ve umutsuz? Bütün bunlardan sonra, gelecekte torunlarımıza şirket bayrakları altında şirket marşları okutulmayacağının garantisini verebilir misiniz? Tabi sizler, yukarıda sıraladığım ve yer olmadığı için sıralama imkanı bulamadığım herkesin malumu yüzlerce soruna rağmen başarılı olduğunuzu iddia edebilirsiniz. Yönelttiğim sorularla sizlere haksızlık ettiğimi de düşünebilirsiniz. Sizlere haksızlık ediyor olabilirim ihtimalini ben de düşündüm; ama ne yazık ki, başarılı olduğunuza inanmamı sağlayacak bir neden bulamadım.

        Ulusal basının önde gelen değerli yorumcuları, program yapımcıları, köşe yazarları ve medyada boy gösterme olanağına sahip “kanaat önderi” vasıflı aydınlar; yanılmıyorsam bugüne kadar iç sorunlardan uluslararası sorunlara kadar tartışmadığınız hiç bir konu bırakmadınız. Gerçi sorunlardan en çok etkilenen hep halkın alt tabakası oldu; ancak halk adına hep siz konuştunuz. Biz de halk olarak her zaman olduğu gibi umutla siz sözcülerimizi izledik; sizlere inandık; sizlere güvendik. Tıpkı yöneticilerimize inandığımız, güvendiğimiz gibi. Şimdi sade bir vatandaş olarak soruyorum; bugün gelinen noktada halk adına bir şeyler yaptığınıza inanıyor musunuz? Bir başka deyişle; sorun çözme süreçlerinde, kendinizi başarılı buluyor musunuz? Cevabınız evet ise, bu güne kadar tartıştığınız yüzlerce problemin neden çözüme ulaşmadığını da açıklamanız gerekmez mi? Kendi kendine yetebilen bir ülkede halkın alın teriyle kurulmuş Kamu İktisadi Teşekkülleri’nin satılması, sıranın ormanlık alanların satışına gelmesi, o ülkenin iflas ettiğini özetleyen bir belge değil midir?

        Üzgünüm; ama bugüne kadar toplumsal problemleri çözme işinde yöneticilerimiz gibi sizler de başarılı olamadınız. İnancım o ki, bundan sonra da başarılı olamayacaksınız; çünkü geçmişten beri ortaya çıkan her toplumsal sorunda sebep sonuç ilişkisi kurmanız, sebeplerini sağlıklı bir şekilde tespit etmeniz, enerjinizi sebepleri ortadan kaldırma yönünde harcamanız ve toplumu bu doğrultuda bilinçlendirmeniz gerekirken, sizler sorunlar üzerinde yaşanan ikiliğin taraftarları gibi davrandınız. Dolayısıyla toplumsal sorunların toplumsal yapıdan kaynaklandığı gerçeğini hiçe sayıp, suçu karşınızdaki bir grup veya bir kişinin boynuna atıp, kenara çekilmeyi tercih ettiniz. Ne yazık ki bugün aynı şeyi “Ergenekon davası” sürecinde de yapıyorsunuz. Örneğin; “Ergenekon sorunu” yargıya intikal etmesine rağmen kiminiz davanın avukatlığına, kiminiz savcılığına soyundunuz. Soruyorum; neden işi yargı kurumuna bırakmama gayreti içine giriyorsunuz? Yoksa toplum önderleri olarak yargının bağımsız olduğuna inancınız yok mudur? Eğer yargının bağımsız olduğuna inanmıyorsanız, her şeyden önce mensubu bulunduğunuz toplumun yapısını sorgulamanız gerekmez mi? Yargı kurumu bu toplumsal yapının ürünü değil mi? Neden yargı kurumu üzerinden tartışma açıp, halkı çatışma ortamına sürüklemek yerine, siyasi partileri sorgulamıyorsunuz? Yargı kurumunun gerek kuruluş, gerekse çalışma biçim ve şartlarını belirleyen yasaları çıkaran partiler değil mi? “Ergenekon davasının” avukatlığına da savcılığına da ilk soyunan parti liderleri değil mi? Onların şekillendirdikleri yargı kurumuna güvenmemeleri “Ergenekon” sorunundan daha önemli bir sorun değil mi? Halka hizmet etmek isteyenlerin her şeyden önce sağlıklı bir hukuk sistemi kurmaları gerekmez mi?

        Partilerin halkın farklı her bir kesimini çatıları altında ayrı, ayrı örgütleyen, onları farklılıklarına dayalı bir yarışma ve çatışma içine sokan, dolayısıyla farklı her bir kesimi diğer kesimler için tehdit unsuru haline getiren örgütler olduğunu neden görmüyorsunuz? Farklı kesimleri birbiri için tehdit unsuru haline getiren partilerin var olduğu bir ortamda, insanların iletişim içine girmesi, birbirini tanıması, güvenmesi, çatışmaktan vazgeçip, doğal ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik ortak amaçlar üzerinde güçlü ve tutarlı demokratik bir örgüt inşa etmesi nasıl gerçekleşir? Peki, örgütsüz bir toplum, halkın madde ve insan kaynaklarını kullanma yetkisini elinde tutan siyasileri denetim altına alıp, zenginlik kaynaklarına sahip çıkması mümkün müdür? Zenginlik kaynakları ganimet malı gibi sahipsiz kalan bir toplumun düştüğü durum, sömürgecileri ihaleye çağıran bir davetiye değil midir? Küresel sermayenin ganimet kapma yarışı içinde olduğu bir zamanda ve zeminde “Ergenekon” ve benzeri sorunların bitmesi mümkün müdür?

        Kısacası Ergenekon davasının gerçek (1) numarası, halkın sorun yaratma kaynağı haline dönüşmüş kuru kalabalık niteliğindeki yapısı ve bu yapının denetleyemediği siyasi partilere dayalı yönetim biçiminden beslenenlerdir. Bu yapı devam ettiği müddetçe, ne Ergenekon ne de benzeri sorunlardan kurtulmak mümkün olmayacaktır; çünkü kendisi sorun yaratma kaynağı haline dönüşmüş toplum yönetimlerinin, kendilerinden kaynaklanan sorunları sahiplenmeleri ve kendileriyle ilişkilendirilmesine izin vermeleri mümkün değildir. Bugün “Ergenekon davasında”  (1) numara olarak, yani sorunun sebebi olarak bir kişinin aranması izah etmeye çalıştığım durumun en canlı kanıtıdır. Oysa “Ergenekon sorunu” sadece bir sonuçtur; dolayısıyla sonucun parçası konumunda olan bir kişiyi sorunun sebebi gibi göstermek hiç de mantıklı değildir. Kaldı ki Ergenekon sorunu süreçten de anlaşılacağı gibi toplumsal bir sorundur; dolayısıyla bir kişiyi sorunun sebebi gibi göstermek eğer saflık değilse, art niyetten başka bir şey değildir. Bu nedenle Ergenekon’un (1) numarası kimdir sorusuyla halkta heyecan yaratmanın, (1) numaranın (kişinin) bulunup cezalandırılması halinde sorunun biteceği yönünde kanaat oluşturmanın hiç bir anlam ve önemi yoktur.

        Değerli “toplum önderleri”, mevcut toplumsal yapının ve siyasal yönetim biçiminin halkın ortak çıkarlarına hizmet etmediğine yeterince dikkat çekmemenizi ve alternatif arayış içine girmemenizi, mevcut yapı işinize geliyor ya da söz konusu yapıdan beslenen küçük bir azınlığın memurluğunu yapıyorsunuz anlamında değerlendirmek istemiyorum; çünkü sorun çözme süreçlerinde arkanızda duracak bir halk gücü olmadığını biliyorum. Ama her sorun sürecinde bir kesimi savunup, diğer kesimleri imha etmeye çalışmanızı ve sizinle aynı şeyi yapan partileri demokrasinin vazgeçilmez unsurları olarak kutsamanızı anlamakta güçlük çekiyorum; çünkü bu davranışın anlamı, ihtiyaç duyulan halk gücünü bölmekten başka bir şey değildir. Bunu bilerek ve isteyerek yaptığınıza inanmak istemiyorum. Ama siyasi partilerin olduğu bir yerde demokrasinin olamayacağını, yaşanan sorun ve sonuçlarıyla apaçık ortada iken, bunu görmezlikten gelmenize de bir anlam veremiyorum. Oysa biraz dikkat edilse, bunu siyasilerin de itiraf ettiği kolayca görülecektir. Örneğin; (C.Ç.) adlı siyasetçinin 2007’de kayıt dışı siyaseti önlemekle mükellef bir bakanlık koltuğunda oturduğu sıralarda, “Türkiye’de sadece siyasi partiler siyaset yapmıyor. Bir de kayıt dışı siyaset var. Bir, siyasetin herkesin bildiği tanıdığı aktörleri var. Millet zannediyor ki siyasetin tamamını bunlar yapıyor. Halbuki onlardan çok daha etkili siyaset yapan başka kurumlar var. Onlar gözükmüyor vatandaş her türlü olumsuzluğu bu önde gördüklerinden biliyor. Biz merdiven boşluğunda başkalarından arta kalan alanda siyaset yapıyoruz. Takvim Gazetesi – 26 Haziran 2007” demesi anlatmaya çalıştığım hususun itirafı değil mi? Daha birkaç gün önce (D.B.) adlı parti lideri sahip olduğumuz hukuku yarım, demokrasiyi ise, çeyrek olarak nitelendirmedi mi? Sivil bir anayasa yapmanın gündeme düştüğü günden beri, siyasi partilerin kör, sağır ve dilsiz rolüne soyunmaları onların toplumsal mutabakattan yana olmadıklarının bir başka kanıtı değil mi? Artık partisiz bir yönetim biçimini tartışmamızın zamanı gelmedi mi?  30/01/2009

M.Salih EKİNCİ
msalihekinci@ttmail.com

Yorum Yap!




Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.