Balıklaşmış İnsanlar

Balık yaradılışı gereği gıdasını üretme ve bilinçli bir şekilde tüketme iradesine sahip değildir; dolayısıyla suyun içinde bulunan gıdaları bilinçli bir şekilde tüketme şansına da sahip değildir. Bu nedenle bulduğu her gıdaya, hiçbir ayırım yapmadan uzanmak zorundadır. Bu da balığı rahatça avlanabilir bir varlık haline getirmektedir. Olta denen aracın ucundaki iğneye takılmış et ve solucan gibi tuzak yemlere hayatı pahasına iltifat etmesi, söz konusu durumun doğal sonuçlarından başka bir şey değildir. Balığın durumu yaradılış özelliklerinden kaynaklanmasına rağmen üzücüdür. Ancak insanların içinde bulunduğu durum daha da üzücüdür; çünkü insanlar gıdasını üretmeye ve doğal gıdaları toplamaya elverişli fiziki bir yapıya ve en önemlisi söz konusu gıdaları bilinçli bir şekilde kullanmaya yarayacak bir beyne sahip olmasına rağmen balık konumuna düşmüştür. Bunun en belirgin kanıtı, aynı ortamda yaşamalarına rağmen, milyonlarca yoksul insanın ve onların sırtından geçinen mutlu bir azınlığın var olduğu gerçeğidir. Bu gerçeklik de gösteriyor ki; insanlar için yaşamsal bir önem arz eden kaynaklar küçük bir azınlığın eline geçmiş, dolayısıyla çoğunluk, kaynaklarını yönetme ve kendi yararına kullanma iradesinden yoksun bırakılmıştır. Bir başka deyişle; insanların çoğunluğu avlanan balık, söz konusu kaynakları ele geçiren azınlık ise oltacı konumuna gelmiştir. Bu, insanların yaradılış özelliklerinden kaynaklanan doğal bir sonuç değildir; bu nedenle balıkların durumundan daha üzücüdür. Tabi insanların bu konumu, mevcut toplumsal örgütlenme ve mevcut yönetim biçimleri tedavülde tutulduğu müddetçe değişmeyecektir; çünkü insanların söz konusu durumu, geçmişten beri hakimiyetini kurmuş oltacı azınlığın yarattığı toplumsal örgütlenme ve yönetim biçimlerinin icraatları sonucunda meydana gelmiştir.

        Bu nedenle, mevcut toplumsal örgütlenme ve yönetim biçimleri sorgulanmalıdır; çünkü mevcut yapılanmalarda, halkın farklı her bir kesimini çatıları altında ayrı, ayrı örgütleyen, onları yarıştıran, yeri geldikçe çatıştıran, dolayısıyla farklı kesimlerin diğer kesimlerle iletişim içine girmesini, birbirlerini tanımasını ve birbirine güvenmesini engelleyen siyasi partiler vardır.

        Mevcut yapılanmalar değişmelidir; çünkü siyasi partiler kanalıyla birbirine güvenemez hale getirilmiş halkın farklı her bir kesimini karşı karşıya getirecek “türban” ve benzeri sorunlar yaratmak, dolayısıyla farklı her bir kesimi diğer kesimler için tehdit unsuru haline getirmek, onları birbirine düşürmek ve sahipsiz kalan kaynaklarını sömürmek daha kolaydır.

        Mevcut yapılanmalar değişmelidir; çünkü halkı birbirine yabancılaştıran siyasi partilerin ve halkın kaynaklarına göz diken oltacıların cirit attığı bir düzende, halkın ortak amaçlar etrafında toplanması, güçlü ve tutarlı bir örgütlenmeyle kaynaklarına sahip çıkması mümkün değildir.

        Mevcut yapılanmalar değişmelidir; çünkü bu tip yapılanmalarda, hedef halkın uzlaşması değildir. Eğer hedef halkın uzlaşması olsaydı, oltanın ucuna takılmış tuzak bir yem olduğuna inandığım sözde “türban” sorununun, 25 yılı aşkın bir süre gündemde kalmasına izin verilmez, toplumun kalburüstü beyinlerinin sözde “türban” sorununa harcanan enerjisi, toplumsal örgütlenme ve yönetim ile ilgili sorunlarımıza harcanırdı. Eğer hedef halkın uzlaşması olsaydı, sözgelimi 40 yılda bir yakalanan anayasa yapma süreci “türban” sorununun gölgesinde bırakılmaz, dolayısıyla gözden kaçırılmazdı.

        Gerçek şu ki; söz konusu yapılanmalar devam ettiği müddetçe, oltacılar da halkın önüne tuzak sorunlar atmaktan geri kalmayacaktır; bu geçmişten günümüze kadar gelen uygulamalarla kanıtlanmıştır. Örneğin geçmişte halkın önüne sağcı-solcu, komünist-faşist, Türk-Kürt, Alevi-Sünni ve benzeri sorunlar atıldı. Son zamanlarda “türban” ve ona dayalı laik-anti laik sorunuyla meşgul olmaktayız. Bu sorunlar bayatladığında, toplumun önüne yeni bir sorun getirilecektir. Getirilecek yeni sorunun ne olduğunu bilmiyorum; ama en azından halkın farklılıklarını karşı karşıya getirecek cinsten olacağını biliyorum. Çünkü geçmişten beri getirilen sorunların ortak özelliği, halkın farklılıklarını karşı karşıya getiren cinsten olmuştur. Bu nedenle sadece oltacıların işine yaradığı mevcut sonuçlarla kanıtlanmış olan toplumsal örgütlenme ve yönetim biçimleri mutlaka sorgulanmalı ve alternatifleri yaratılmalıdır diyorum.

        Oltacıların tuzaklarından kurtulmak için: Siyasetçinin sermayenin güdümünden, bürokratın ise, siyasetçinin güdümünden kurtarıldığı, kadının nüfusu oranında temsil edildiği, siyasal eğitimden geçirilmiş ehliyetli genç temsilcilerin işbaşına getirildiği, halkın eşit oranda görev, yetki ve sorumluluk alıp, eşit oranda katkı yaptığı, anlamına uygun yerel yönetimlerin kurulduğu, en önemlisi, siyasi partilerin olmadığı bir yapılanmaya kavuşmak dileğiyle. 07/02/2008

M.Salih EKİNCİ
msalihekinci@ttmail.com

Yorum Yap!




Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.